Türkiye’nin Basın Özgürlüğü Krizi

Hapishane Mektupları

Aşağıda Türkiye’de hapsedilmiş dört gazetecinin yazdığı mektuplardan alıntılar var. İlk olarak bağımsız iletişim ağı Bianet tarafından 2012 yılının Ocak ve Şubat aylarında yayımlandılar.

Bu insanlar da düzinelerce benzeri davada olduğu gibi savcılar tarafından devlete karşı suç işlemekle itham edildiler. Okuyacağınız birinci ağızdan anlatımlar farklı bir bakış açısı sunuyor. Gazeteciler kendi kelimeleriyle geçmişlerini tanımlıyor, perspek-tiflerini açıklıyor ve Türk adalet sisteminin onlara nasıl davrandığını detaylandırıyor.

Ateşten Gömlek:

Dicle Haber Ajansı Muhabiri Hamdiye Çiftçi

Bölgede gazetecilik yapıyorsan ateşten gömleği giymişsin demektir. Her gün evden çıktığında ölüme gidermişsin gibi veda eder sana sevdiklerin. Çünkü ne olacağı hiç belli olmuyor. Faili meçhullerde de kayboluyorsun, ölümden de beter ediliyorsun… Bölgede sadece gazeteci olmak başlı başına bir sorunken hem Kürt basınında çalışıp, hem de kadın gazeteci olmak çok daha zorlu eziyet gibidir adeta.

18 yaşında başlayan gazetecilik serüvenimde, yerelden başlayarak ulusal basına geçiş dönemlerinde yolunda giden her şey, Kürt basınına geçmemle değişmişti.

İstenilen sipariş haberi yapıp mevcut sisteme tabi olmuyorsa, baskıyla, sindirmeyle seni yola getirme çalışmaları devreye girer, bunlar da etkili olmazsa cezaevine girersin…

Ölüm tehditlerine de aldırmamayı öğrenmiştim. Herşeye rağmen çalışıyordum. Ta ki Hakkâri’de 2008 yasaklı Newroz’unda kameralar karşısında kolu kırılan 14 yaşındaki Cüneyt Ertuş’un o görüntüsünü çekene kadar…

Çocuğun biber gazından etkilenmemek için ağzına taktığı pembemsi bez parçasını ağzından indirip boğazını sıktılar, gözümüzün önünde inanılmaz bir işkence yapılıyordu.

O anı çekmek istedik ama her gün göz göze geldiğimiz polisler ” bizlere sonra sorun çıkıyor” diyerek çekmemize izin vermediler.

O görüntü karşısında artık duramadık. Gözümüzün önünde Atatürk heykelinin hemen yanında sokak ortasında küçük çocuğa p…. şerefsiz gibi hakaretler yaptılar. Çocuğun artık ağlamaktan sesi çıkmıyordu.

Küçük masum gözlerinden süzülen yaşlar pembemsi yanaklarında kirli lekeler oluşturmuştu. Polisin elinde bize bakıyordu, “Beni kurtarın” diye isyan ediyordu.

O keskin bakışları, o kadar masum ve çaresizdiler ki ilk defa içimin yanıp daraldığını hissettim.

Bizi toplu halde gören bir sivil polis, arkadaşının elinde çırpınan küçük çocuğun montundan tutarak; “Çekin, çekin çocukları nasıl kullanıyorlar görsünler” derken, acıdan kıvranan çocuğun kolunu sert bir şekilde bükerek, fotoğrafını çekmemizi istedi.

O anda görüntüyle beraber çıkan sesleri de kamera kayıtlarına almayı çok istiyordum. Bir şey yapamıyordum. Ama bu sokak ortasındaki işkencenin tanığı olması çok önemliydi. Ve bunu başarmıştım.

Görüntü olaylardan birkaç gün sonra dünya televizyonlarında bile yayınlandı. Çocuk ekmek almak için çarşıya gelmiş, olayların içinde kalıp gözaltına alınmış ve sonrasında da işkence görmüştü…

Ailesiyle görüşüp hakkında bilgi alma şansım olmuştu. Bu görüntü çıktıktan bir iki gün sonra görüntü yüzünden 1 Nisan 2008’de evime baskın olmuştu. Kasetlerim, özel eşyalarım, bilgisayar ve kitaplarıma el konmuştu.

Gidebileceğim birçok yere eş zamanlı yapılan baskınlarla aranıyordum.

(İlk olarak 22 Şubat 2012 tarihinde yayımlanmıştır. Çiftçi neredeyse 2 yıl hapis yattıktan sonra Nisan 2012’de tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Yasadışı örgüt Kürdistan Topluluklar Birliği’ne yardım etmek suçlamasıyla yargılanmaya devam ediyor.)

Fotoğraf Makinamı Tekrar Elime Alırdım

Azadiya Welat Genel Yayın Yönetmeni Ozan Kılınç

Ayakkabısının teki köy yangınında kalmış bir çocuk olarak geldiğimiz Diyarbakır’da şairin “ilkokulun silgi kokan tebeşir lekeli” dediği yaşta yani “Amed’in barut kokan kan lekeli” yıllarında fakirliğin tetikçiliği ile gazete dağıtımcılığına başladım.

Ki o yıllarda gazeteciler faili meçhul cinayetlere kurban gidiyordu; ancak ben bunun ne farkındaydım ne de bundan haberdar idim… Günün ilk ışıkları nabız gibi atmaya başlayınca dağıttığım gazeteleri bitirince okul çantasını sırtlayıp okula giderdim.

Lise yıllarında gitmeye başladığım Güneş Kültür ve Sanat Merkezi’nde (GKM) yaptığım işin ayrımına varmış ve dağıttığım gazetenin manşetini okumak bile bir savaşta aydınlığı yaymaya çalışan birçok kişiden biri olduğumu fark etmemi sağlamıştı.

Gazeteci olma fikrine yataklık ettiğim o günlerde Basın Şehitleri ve Özgür Basın geleneği beni çok etkilemişti.

… Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat gazetesinin imtiyaz sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü iken 22 Temmuz 2010 tarihinde kaldığım evin kapısı kırılarak gözaltına alındım.

Evimi basan polislerin de potinlerine ve silahlarına dikkat etmiştim ve çocukluğumdaki kadar büyük ve sağlam görünmüyorlardı artık. Gözaltına aldıktan sonra savcılığa sevk edildim.

Savcılık makamı ise örgütten nasıl talimat aldığımı soruyordu.

Örgütten değil haber ajanslarından haber aldığımı ve haberleri böyle yayınladığımı belirttim.

Nöbetçi mahkemeye çıkarıldığımda hakim suçlan­dığım konuyu detaylı bir şekilde anlatınca rahatladım.

Çünkü suç işlemediğimi, sadece gazetecilik yaptığımı anladım.

Böylece hakim, polis olan bilirkişilerin tercüme ettiği haberleri sordu ve sözde çevirisi yapılan gazete nüshalarını gösterdi.

Ancak bir sorun vardı haber başka idi, çeviri başka.

Hakime durumu izah etmeye çalıştım. Haberleri abonesi olduğum ajanstan aldığımı ve tercüme edilen haberin yanlı ve yanlış tercüme edildiğini anlattım.

Avukatımın yaptığım savunmaya paralel savunması daha bitmeden hakimin götürün emri ile tutuklanıp elime kelepçe vurdukları Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi’ne getirildim.

Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi ile 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davalarda istenilen astronomik cezalar ile geçen mahkeme süreçlerinde, hem Kürt olarak hem de Kürtçe yayın yapan bir gazetenin imtiyaz sahibi olarak anadilimde yani Kürtçe savunma yapmak istedim ve savunma yapmama izin verilmedi.

Savunma yapsam da yapmasam da değişen bir şey olmayacaktı.

Çünkü her şey bir tiyatro oyununun gereklerine uygun işliyordu. Ajanslardan aldığımız ve yayınladığımız haberler polis tarafından çarpıtılarak Kürtçe’den Türkçe’ye çevrilmişti.

Tamamen yanlış ve kendilerine göre çevrilmişti. Sis­temin muhalif basını susturmak için kendi koyduğu yasaları bile yok sayarak yaptığı sözde mahkeme de savcılık ve mahkeme heyeti de rollerini çok iyi oynuyorlardı.

Muhalif basın ve kesimler susturulmaya çalışılıyor… Ülkenin içinde bulunduğu tablo hiç iç açıcı değil ve böyle bir ülkede gazetecilerdir aydınlığı taşıyanlar.

Ülkenin aydınlığı için gerçeklerden asla taviz vermeden, gazeteciliğin onurunu alnımızda taşıyarak mesleğimizi yapmamız gerekiyor… Şu an dışarıda olsam; tüm samimiyetimle söylüyorum; elime fotoğraf makinemi alır ve bu rezil düzeni deşifre etmek için haber kovalar ve yapardım.

(İlk olarak 13 Ocak 2012 tarihinde yayımlanmıştır. Kılınç yasadışı Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) propagandasını yapmak hükmüyle 32 yılı aşkın hapis cezasını yatmakta.)

Mahkemeyi Haber Merkezine Çevirmek:
Odatv İmtiyaz Sahibi Hüseyin Soner Yalçın

Bilgisayar ya da daktiloda yazmak isterdim ama cezaevinde bulunmasına izin vermiyorlar. …size 22 Kasım 2011’deki ilk duruşmada eğer söz verilseydi yapacağım konuşma metnini gönderiyorum.

1966 doğumluyum.1987’de profesyonel gazeteciliğe başladım. 2000’e Doğru dergisi, Aydınlık, Siyah Beyaz gazetesi, Show TV Ankara Müdürlüğü, Star TV, Oda TV imtiyaz sahibiyim… 14 Şubat 2011’de gözaltına alındım. 18 Şubat 2011’de tutuklandım. Halen Silivri 1 Nolu Cezaevi’ndeyim.

10 aydır nefretin gözleri kör ettiği bu vahşet ortamında; felaketlere, bütün karalamalara, tehdit-lere, mahremiyetimin ayaklar altına alınmasına rağmen, düşüncemi, yazdıklarımı, mesleğimi ve yüreğimin insancıllığını ne pahasına olursa olsun koruyacağım; insan kalmakta inat edeceğim. Zor olan ruhsal esarettir, fiziksel tutsaklık geçicidir.

25 yıllık gazeteciyim. Binlerce haber yaptım. 11 kitap yazdım. Belgeseller çektim.Suç delili olarak gösterilen yazılar, haberler sadece ODA TV’de yer alan makaleler değil, diğer gazetelerden iktibas ettikleridir… Haber merkezinin fihristi, santralinden yapılan görüşmeler suç kanıtı yapılmıştır.

Burada basın özgürlüğü yargılanıyor… Biz gazeteciyiz, bu duruşmalarda yakınmayacağız. Cesaretle bu karanlık tertibin üzerine gideceğiz. Biz gazetecilere yakışan budur. Bize yakışan duruşma salonunu haber merkezine çevirmektir.

(İlk olarak 18 Ocak 2012 tarihinde yayımlanmıştır. Yetkililer Yalçın’a hükümet karşıtı Ergenekon planında yer almak, halkı kin ve nefrete teşvik, devlet sırlarını ifşa etmek gibi çeşitli suçlamalar getiriyorlar. Davası 2012 yılının ortalarında halen devam ediyordu.)

Basılı sözün gücü:
İşçi Köylü Genel Yayın Yönetmeni Barış Açıkel

Gazetecilik hayatımın başlangıcı sayacağım ilk adımı Çorum’daki yerel gazetelerin bulunduğu o daracık yerlere gidip gelerek attım.

Malum gazetelerin bulunduğu mekânlar birkaç odadan oluşurdu. Ve o odalarda üç-dört kişi harıl harıl çalışırdı.

Yaz tatillerinde çalışmak için gittiğim bakırcı dükkânının kepenklerine sıkıştırılmış günlük yerel gazeteler olurdu. Dükkândaki tek çırak olarak bir yandan yerleri süpürüp çay demlerken, göz ucuyla da gazetedeki siyah beyaz haberleri okumaya çalışırdım.

Ceketimin cebinde her daim taşıdığım (Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Halikarnas Balıkçısı..) kitapları da okurdum.

Gazeteci olmamda, hem ağabeyimin hem de kitap okuma alışkanlığı kazandıran babamın büyük etkisi oldu. Kitap okumayan, cümleler- kelimelerle haşır neşir olmayan bir kişi nasıl gazeteci olur, değil mi?

… Yatarım Kandıra’da, okuyarak, araştırıp inceleyerek, volta atıp, spor yaparak.

Ve hiçbir zaman umudum şamdandaki mum gibi sönmedi. Bizden önce yatan ustalarımız, Nazım’dan, Ahmet Arif’ten, Rıfat Ilgaz gibi kişilerden öğrendik mahpusu nasıl yatacağımızı.

Ve ayrıca Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Ercan İpekçi… gibi meslektaşların o sıcak dayanışma kartlarını da almak çok sevindiriciydi.

Akşam haberlerinde, gazete sayfalarında meslektaşlarımızın, demokratik kurumların “Tutuklu gazeteciler serbest kalsın” haykırışlarını duymak bizlere güç ve umut veriyor. Biliyoruz bedel ödenmeden, özgürlük ve demokrasi olmuyor.

(İlk olarak 10 Ocak 2012 tarihinde yayımlanmıştır. Açıkel bu mektubu yazdıktan kısa süre sonra tahliye oldu. Çalışmalarıyla doğrudan alakalı suçlamalar nedeniyle yedi yıl ve dokuz ayını hapishanede geçirdi.)

(Fotoğraf: Reuters)

4. Bölüme git >>
<< İçindekiler listesine git