Frank Smyth

Yaklaşık 25 yıl önce, Avrupa’da Berlin Duvarı yıkılırken El Salvador’da solcu gerillalar ülkenin uzun süredir devam eden iç savaşının en büyük askeri saldırısını başlattı. Asiler başkentin ve diğer şehirlerin bazı bölümlerini ABD destekli hantal Salvador ordusunun elinden aldı. Dört gün sonra yüksek askeri komuta en iyi bildiği yolla – isyancıların sempatizanı olmakla suçladıkları silahsız muhalifleri öldürerek karşılık vermeye karar verdi.

Honduraslı gazeteciler meslektaşları Angel Alfredo Villtoro'nun öldürülmesini protesto ediyorlar. Dövizde 'Seni asla unutmayacağız basın şehidi' yazıyor (AFP/Orlando Sierra)

Katliam, ülkenin en büyük özel üniversitesi olan Universidad Centroamericana‘yı (Orta Amerika Üniversitesi) idare eden ve uluslararası karar vericilerin yakından takip ettiği haftalık bir bülten ile aylık bir dergiyi yayına hazırlayıp basan Cizvit rahiplerle başladı. Rahipler – Ignacio Ellacuría, Ignacio Martín-Baró, and Segundo Montes – aralarında benim de birkaç yazımın olduğu – yabancı haberleri de çevirip yayınlıyordu. O dönem bu üç kişiyi meslektaşım gibi düşünmediysem de,gazetecilik yaptıkları kesindi. Cizvitler olayları, gazetecilerin ve diğer muhaliflerin ardarda cinayete kurban gitmesinden sonra ülkenin basın ordusundaki çok az kişinin cesaret edebileceği bir dille anlatıyordu.

Dönemin CPJ icra müdürü Anne Nelson “Cizvitler öldürüldüğü zaman, yaptıkları ve yaygınlaştırdıkları haberlerin hedef alınmalarında oldukça büyük payı vardı” dedi. CPJ bu kitabın 1989 baskısında bu rahiplerin öldürülmelerini raporlayarak, onları gazeteci olarak tanımladı. Sonuç olarak örgüt, bir kişiyi gazeteci yapan şeyin o kişinin konumu, unvanı ya da yayınları değil, gazetecilik icra etmesi olduğunu savundu. Bugün bu rahiplerin isimleri Washington’da bulunan Newsmeum’daki Gazeteciler Anıtı‘nın cam panellerine kazılı.

Üç rahibin – ve yanlarındaki diğer üç Cizvit rahip, evdeki yardımcıları ve kızının – Kasım 1989’da öldürülmesi El Salvador’daki basın ordusu için çok önemli bir dönemde meydana geldi. Aynı yıl, daha önce de üç gazeteci, ülkede yıllardır süren yerel gazetecilere yönelik vahşi şiddetin altını çizer gibi, öldürülmüştü. Gazetecilerin ölmemesi için basın çalışanlarının aynı amaç altında birleşmek için harekete geçmesinin şart olduğu netleşti.


Doğası gereği savaş gazeteciliği asla güvenli değildir. Gazeteciler çatışmaları haber yapar, fotoğrafçılar tehlikeye doğru koşar. Ama eğer basın ordusu kendi arasında bölünme yaşarsa bu risk büyür. Her ülkede gazetecileri bölecek çok şey vardır: siyasi görüşler, etnik köken, din ve mesleki rekabet bunlardan yalnızca birkaçı. Yeni nesil medyada çalışan gazeteciler bazen geleneksel medya çalışanlarınca dışlanırlar. Bazen şehir ve taşra gazetecileri arasındaki coğrafi ayrım bile mesleki dayanışmanın önünü kesebilir.

Ama El Salvador ve Kolombiya gibi tehlikeli bölgelerdeki gazetecilerin öğrendiği üzere, misillemeye karşı koymak için mesleki dayanışma şarttır. Saldırı altındaki tek bir gazeteciyi savunmak, o kişinin görevi ya da görüşü ne olursa olsun, herkes adına gazetecilik mesleğini korumak olacaktır. Bugün mesleki dayanışma Türkiye, Honduras, Mali ve Brezilya gibi ülkelerde deneniyor ve farklı sonuçlar elde ediliyor.

Türkiye‘nin uluslararası düzeyde profili yükselmiş olsa bile, ülke uzun süren Kürt ayaklanması, derin iç siyasi bölünmeler ve hemen yanıbaşındaki Suriye’de devam eden iç savaş gibi ağır sorunlarla karşı karşıya. Birbiri ardına gelen hükümetler ve son olarak da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan iktidarı, gazetecileri yargılama ve hapsetme konusunda kötü bir karneye sahip.

Geçmişten bugüne, bu kovuşturmaların esas ceremesini Kürt gazeteciler çekiyor. Genellikle PKK örgütünün görüşlerini ve faaliyetlerini haber yaptıkları için terör örgütüne yardım etmekle suçlanıyorlar. 2004 yılında sol görüşlü ve Kürt gazetecilerin kurduğu Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu, Kürt gazetecilerin tutuklanmalarının tek sebebinin silahlı örgütle röportaj yapmaları olduğunu söylüyor. Platform diğer basın kuruluşlarının “bu gazetecileri hiç savunmadığını -onları gazeteci olarak bile görmediklerini” ifade ediyor.

Yetkililer baskı taktiklerini son yıllarda daha da arttırdı: onlarca Kürt olmayan gazeteci de, hükümete karşı komplo planlarına katıldıkları veya yasadışı siyasi hareketlere üye oldukları iddialarıyla hapse atıldı. Birçok yazarlar ve yazı işleri müdürü hakkında, nahoş konularda yazdıkları yazılar yüzünden “Türklüğe hakaret” suçuyla, ya da hükümetin yürüttüğü soruşturmaları fazlaca eleştiren haberler yüzünden yargıya müdahale etme suçundan daha binlerce dava açıldı. Ağustos 2012’deki bir televizyon konuşmasında Başbakan Erdoğan “tüm medyaya verdiği mesajda” Kürt savaşıyla ilgili haber yapmaktan vazgeçmeleri talimatını verdi. PKK faaliyetleriyle ilgili her türlü haberin propaganda sayılacağını söyledi.

Türkiye’de pek az medya kuruluşu veya ana akım gazeteci hükümetin Kürt meselesiyle ilgili haberleri susturma gayretine direndi veya hapisteki Kürt meslektaşları için ses çıkardı. Tanınmış bir gazeteci ve yazar olan Ece Temelkuran CPJ’e “Ana akım Türk medyası savaş söylemi ile kirlenmiş durumda ve iktidar elitinin bir parçası olmaya kolayca heves ediyor” dedi. Kürt gazetecilere yönelik operasyona verilen fevri tepki neticede tüm bir basın topluluğunu savunmasız bıraktı.

Erdoğan hükümeti basındaki muhalifleri izole etmek için gazeteciler arasındaki derin siyasi ve etnik farklılıklardan faydalanıyor. Daha sonra da siyasi hassasiyetlere sahip medya patronlarına – bunların çoğu çeşitli holdingleri bulunan tüzel varlıklar – baskı yapıyor. Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu kurucusu ve sözcüsü Necati Abay “Ana akım medyada çalışan gazeteci ve yazarlar, tutuklu gazeteci ve yazarlarla bundan daha fazla dayanışma sergilemiyorlar çünkü hükümetten korkuyorlar” diyerek “işini kaybetme korkusunun dayanışmayı azalttığına” dikkat çekti.


Honduras’ta Başkan Manuel Zelaya’yı deviren 2009 askeri darbesinden beri ülkede sarsıcı sayıda gazeteci öldürüldü. On dört muhabir ve editör öldürüldü; bunların en az üçünün öldürülme sebebi doğrudan yaptıkları işlerle bağlantılıydı.

Honduraslı gazeteciler Mayıs 2012’de harekete geçtiler ve Tegucigalpa ve diğer dört şehirde, neredeyse tamamı cezasız kalan bu cinayetleri protesto etmek için binlerce kişi yürüdü. Bir göstericinin ağzına bağladığı bantta el yazısıyla “Konuşursam Ölürüm” yazılmıştı. Yürüyüş, tanınmış bir radyo programcısı olan Ángel Alfredo Villatoro‘nun öldürülmesinden sonra düzenlendi. Villatot’nun cesedi kaçırıldıktan bir hafta sonra, başında iki kurşun yarasıyla bulunmuştu. Gazeteci Yessenia Torres göstericilere şöyle seslendi: “Bu yetkililere, özellikle de adalet konularına bakanlara, mesleğimizi korku, cinayet veya tehditler olmadan, özgürce yapma hakkımızı garanti altına almaları çağrısıdır.”

Her ne kadar önemli bir meslek örgütü olan Honduras Gazeteciler Derneği yürüyüşe eş-sponsorluk yaptıysa da, daha önceki gazeteci cinayetlerini görmezden gelmişti. İfade Özgürlüğü veya C-Libre olarak tanınan taban hareketinin icra müdürü Héctor Becerra “Basın özgürlüğünden bahsediyorlar ama gazetecilere saldırıldığında birşey yapmıyorlar” dedi. Becerra ve diğerleri C-Libre‘yi 2001 yılında, ülkenin en büyük gazeteci meslek gruplarının sadece kendi üyeleriyle ilgili vakalarda harekete geçtiğine kanaat getirmeleri üzerine kurdu. Honduras Gazeteciler Derneği yorum almak için yapılan telefon, e-posta ve sosyal medya mesajlarının hiçbirine cevap vermedi.

Honduras basın topluluğu da, ülkenin kendisi gibi, solcu Zelaya’nın devrildiği Haziran 2009’dan bu yana kutuplaşma içinde. Darbeden sonra öldürülen gazetecilerin birçoğu Zelaya destekçisi olarak biliniyor – ve birçoğu başkent dışındaki yerel yayın organlarında çalışıyordu. Becerra bu gazetecilerin vakalarını duyurabilecek herhangi bir ulusal sendika ya da meslek örgütüne bağlı olmadıklarını söyledi.

Mali‘deki gazeteciler de, yirmi yıllık demokrasileri Mart 2012’de aniden sonlanınca benzer bir sınavdan geçti. Komşu Libya’dan gelen silahlarla şiddetlenen kuzeydeki ayaklanmanın üstüne, düşük rütbeli subaylarla gönüllü askerlerin yönettiği bir askeri darbe de binince ülke bölündü. Bu durum hangi taraftan olursa olsun tüm gazetecileri riske attı. Mart darbesinden sonra, askeri yetkililer başkent Bamako’da en az sekiz gazeteciyi gözaltına alıp sorguladı; bazılarını asilerle bağlantılı olmakla suçluyorlardı. Etnik Tuareg isyancılarının radikal Cihad militanlarıyla işbirliği yaptığı kuzeyde ise ondan fazla radyo istasyonuna saldırıldı, gazetecilerin programları yayından kaldırıldı ve katı sansür kuralları uygulamaya kondu.

Mali Basın Merkesi başkanı Manak Kone Honduras’ta olduğu gibi Mali’de de gazetecilerin önceleri darbe konusunda bölünmüş olduğunu söyledi. 1995’te kurulan örgüt aslen eğitim ve bilgi hizmetleri veriyordu ama basına karşı artan saldırılar onları savunuculuk rolüne zorladı. Örneğin Temmuz 2012’de, yeni askeri rejimle ilgili eleştirel haberlerin yayınlanmasının ardından sekiz maskeli ve silahlı kişi L’Indépendant gazetesinin ofisini basarak yayıncı Saouti Labass Haïdara’yı kaçırdı. Dört saat sonra başından ve elinden yaralanmış, yol kenarına atılmış halde bulundu. Mali Basın Merkezi cevaben, bir protesto gösterisinin düzenlenmesine yardım etti. Amaç yeni hükümete “Malili gazetecilere yönelik saldırganlık, sindirme, adam kaçırma ve diğer taciz olaylarını protesto etmesi” yönünde bir mesaj iletmekti.

Ancak başkentteki gazeteciler kuzeydeki kırsal bölgedeki meslektaşlarına yapılan saldırılar karşısında daha sessizdi. Bir yerel radyoda gazetecilik yapan, aynı zamanda ABD hükümetinin fonladığı Amerika’nın Sesi için haber hazırlayan tanınmış gazeteci Malick Aliou Maïga Ağustos ayında kuzey doğuda İslamcı asiler tarafından dövülmüştü. Bu saldırı Bamako basınında olay ancak uluslararası ilgiye mazhar olduktan sonra haber olabildi.

Kone bu yavaş tepkiye rağmen Bamako basınının, artık kuzeyli meslektaşlarının yaşadığı eziyetten daha fazla haberdar olmaya başladığını söyledi. Kuzeydeki kırsal alanlardan kaçan muhabirlerin başkentteki meslektaşlarına başlarından geçenleri anlattıklarını ifade etti. Dayanışma şimdilerde Bamako’da bir fark yaratıyor olabilir. Ekim 2012’de geçiş hükümetinin geçici lideri Dioncounda Traoré, aralarında Mali Basın Merkezi’nin de bulunduğu sivil toplum örgütleriyle insan hakları ve basın özgürlüğüne yönelik saldırılar hakkında konuşmak üzere bir araya geldi.


Brezilya’daki olaylar hem mesleki dayanışmanın neler başarabileceğini, hem de devam eden zorlukları ortaya koyuyor. TV Globo muhabiri Tim Lopes‘in 2002 yılında Rio de Janeiro’da kaçırılarak öldürülmesinin ardından gazeteciler bir araya gelerek Brezilyalı Araştırmacı Gazeteciler Derneği, ABRAJI‘yi kurdular. Dernek Brezilya haber medyasını harekete geçirdi ve basına yönelik saldırılarla ilgili bilgi yaymak ve adalet için baskı faaliyetleri örgütlemek amacıyla bir network oluşturuldu. Haberler ve baskı sonuç verdi: son yedi yılda öldürülen en az beş gazetecinin failleri ceza aldı ve yetkililer en az iki davada elebaşlarını mahkûm ettirmeyi başardı.

Ama 2011 ve 2012 yılında Brezilya’da gazeteci cinayetleri fırladı; en az altı kişi doğrudan yaptıkları haberler yüzünden öldürüldü. TV Globo genel yayın yönetmeni ve ABRAJİ’nin başkanı Marcelo Moreira “Olayların çoğu kırsal bölgelerde veya yargı ve polis birimlerinde yolsuzluğun yaygın olduğu bölgelerde meydana geldi” dedi. Saldırıların ulusal medyanın ilgisini pek çekmediğini, Rio de Janeiro ve Sao Paulo medyasının, taşralı gazetecileri yoz ve siyaseten taraflı gördüklerini ifade etti. Moreira “bu algı yüzünden ABRAJI ve diğer gruplar polise suçların çözülmesi için baskı yapmakta zorlanıyor” dedi.

Kolombiyalı gazeteciler de taşradaki meslektaşlarını korumada benzer zorluklarla karşı karşıya kalmasına rağmen, genel anlamda, mesleki dayanışmayı güçlendirmek için gösterdikleri çabalar dikkate değer başarılarla sonuçlandı. Ülke gazeteciler için hala tehlikeli bir yer olmaya devam etse de, son on yılda ölüm oranı önemli ölçüde düştü. CPJ araştırmalarına göre 2003’ten beri on bir gazeteci öldürüldü; bu, bir önceki on yıllık dönemde öldürülen gazeteci sayısının üçte biri.

Kolombiya’da bugün geniş bir basın özgürlüğü hareketine dönüşmüş olan hareket gelişirken defalarca yenilgi yaşadı. Hareketin başlangıcı, Pablo Escobar liderliğindeki uyuşturucu kaçakçılarının El Espectador gazetesinin yayıncısı Guillermo Cano’yu öldürdüğü 1986’ya uzanır. Bu cinayet aynı yıl içindeki yedinci gazeteci cinayetiydi ve basın topluluğunun harekete geçmesine yol açtı. Yazılı ve görsel basın cinayeti protesto etmek için benzersiz bir eylem yaptı: 24 saat yayın kararttı. El Espectador rakip medya kuruluşlarıyla işbirliği yaptı ve uyuşturucu kaçakçılığı ve bunun topluma yıkıcı etkisiyle ilgili araştırma ve haber yapmak üzere bir ortak proje geliştirdiler. Bu işbirliği Kolombiya medyasının suçluların tacizlerine pabuç bırakmayacağını ve kartelleri ortaya çıkarmak için daha da ileri gideceklerini kanıtladı.

Yine de, Kolombiya basınına yönelik saldırılar sadece bir süreliğine azaldı. Gazeteci cinayetleri doksanlı yılların başlarında yine yükselişe geçti. Bugün Honduras’ta olduğu gibi Kolombiyalı gazeteciler arasında siyasi ayrılıklar olduğu düşüncesi – sağı ya da solu temsil ettiklerine bağlı olarak – dayanışmanın zayıflamasına katkıda bulundu. Nihayet 1996’da – yazar García Márquez’den, ailesi ülkenin en büyük gazetesi El Tiempo‘nun sahibi olan ve kendisi de daha sonra ülkenin başkan yardımcısı olan Francisco Santos Calderón’a kadar – tüm gazeteciler Bogota merkezli Basın Özgürlüğü Vakfı’nın kurmak için biraraya geldiler. FLIP olarak tanınan bu grup basına yönelik saldırıları belgelemek için ülke çapında bir gönüllü muhabir ağı kurdu, saha güvenlik el kitabı yayınladı ve hükümeti tehdit altındaki gazetecilere doğrudan destek sağlamaya zorladı. Medya kuruluşları bir dizi ortak araştırmalar yaptılar ve şiddeti yüceltmeden nasıl haber yapılacağına dair genel ilkeler üzerinde anlaştılar.

CPJ Uluslararası Basın Özgürlüğü Ödülü sahibi ve eski bir El Espectadoraraştırmacı gazetecisi olan, aynı zamanda FLIP’in kurucularından Ignacio Gómez “Dayanışmayı hem büyük hem küçük şeyler için harekete geçiriyoruz” dedi. FLIP’e büyük bir destek olduğunu söyleyen Gómez bunun sebebinin sadece şiddet eylemlerini kınamakla yetinmeyip hakaret davaları gibi daha ufak meselelere de müdahale etmeleri olduğunu vurguladı.


Salvador Yabancı Basın Topluluğu Derneği 1980’lerde biraz muzipçe bir şakayla kuruldu: Kurucular kısaltma olarak SPCA’yı seçtiler. Bu, Hayvanlara Eziyet Edilmesini Önleme Topluluğu’nun (Society for the Prevention of Cruelty to Animals) kullandığı kısaltmaydı.

Her ne kadar o dönem basın topluluğu da neredeyse ülke kadar bölünmüş haldeyse de sonunda SPCA, bir gazeteci hedef alındığında ilk savunma hattını oluşturan ekip haline geldi. Saldırılar Mart 1989 başkanlık seçimlerinden bir gece önce 14 saat boyunca zirve yaptı. Herhangi bir provokasyon olmamasına rağmen hükümet güçleri farklı şehirlerde iki Salvadorlu gazeteciye ateş açarak öldürdü. Gazetecilerden biri Reuters için, diğeri de yerel Channel 12 haber kanalı için çalışıyordu. Aynı dönemde, Hollandalı yaralı bir kameramanı hastaneye yetiştirmeye çalışan gazeteci konvoyuna hükümete ait bir helikopterden ateş açıldı. Gazeteciler kendilerini korumak için siper alırken yaralı kameraman kan kaybından öldü.

Gazeteciler tek bir ses oldu. Aynı gün yapılan basın toplantısında Salvadorlu bir muhabir, askeri komutanlara seslendi: Gazetecilere ateş açan askerler, her fırsatta basını hor gören üst düzey subaylardan mı feyz almıştı? CPJ araştırma için bir heyet yolladı, askeri komutanlarla görüştü. O dönem SPCA’nın başkanıydım; Salvador ordusuna karşı katı tutum takınacağım taahhüdü üzerine seçilmiştim. Ülke bir süre daha tehlikeli olmaya devam ettiyse de, Salvadorlu askerler daha dikkatli davrandı ve basına karşı saldırılarda azalma görüldü.

El Salvador’a en son 2012’de döndüm. Basında temsil edilen görüşler bundan daha çeşitli olamazdı. Savaş zamanlarından tanıdığım eski bir solcu gerilla şimdi sağ görüşlü bir gazetede köşe yazarı. Devletin yayın organları savaş dönemindeki gibi hükümet propagandası yapmak yerine kaliteli haberler üretiyor. Katledilmiş bir gerilla liderinin oğlu ContraPuntoadlı bir internet haber sitesi işletiyor. Cizvit üniversitesinde gazetecilik ve iletişim eğitimi veriliyor.

Ama dayanışma dediğimiz çok hassas bir şey. Salvador merkezli El Faro internet sitesi 2012 yılında birkaç hassas haber yayınladığı zaman üst düzey bir hükümet görevlisi, suç çetelerinin bu sitede çalışan gazetecileri hedef aldığını kabul etti ama önceleri herhangi bir koruma sağlamayı reddetti. Salvador basın topluluğundan çok az kişi El Faro‘yu savunmaya yanaştı. Aylar sonra El Faro çete şiddeti ve basın özgürlüğünun konuşulacağı bir uluslararası konferans düzenlediğinde rakip Salvadorlu gazetecilerin çok azı davet edildi. Bir gazeteci bana “Haber yapmamız için davet aldık, ama katılmak için almadık” dedi.

Gazetecilerin güvenliği denince insanların aklına şifreli dosyalar ve izlenmeyi önlemek için karşı teknikler geliyor. Bu uygulamalar önemli ama güvenlik aslında bir düşünce biçimi, bir yaklaşımdır. Ve mesleki dayanışmayı güçlendirmek bu yaklaşım için son derece önemlidir. Geçmişte Salvadorlu gazeteciler korkunç bir bedel ödedi. Bugünün yetenekli muhabirleri aynı yoğunlukta bir sınavdan geçmedi ama herkesi namlunun ucuna koyan konularda önceden harekete geçmek ve tek bir ses olarak konuşmak konusunda iyi iş çıkaracaklardır.

Katledilen Cizvitler anısına San Salvador’da dikilen anıt bize neyin tehlikede olduğunu hatırlatmak için orada. Monsignor Romero Merkezi & Şehitler Müzesi’ni ziyaret edenler, rahiplerin makineli tüfeklerle tarandıklarında üstlerinde olan giysileri görebilirler. Bu sergide şeffaf kaplar da görecekler. İçleri, üç Cizvit’in kanlarının döküldüğü kampüsün bahçesindeki kararmış çimenlerle dolu.


Frank Smyth CPJ’nin gazeteci güvenliği kıdemli danışmanı ve Nisan 2012’de yayınlanan CPJ Gazeteciler İçin Güvenlik Rehberi‘nin başyazarı. Smyth El Salvador, Guatemala, Kolombiya, Ruanda, Eritre, Etiyopya, Sudan ve Irak’ta silahlı çatışmalarla ilgili haberler yaptı. Smyth ayrıca Küresel Gazeteci Güvenliği adlı danışma ve eğitim hizmetleri veren bir şirketin kurucusu ve yönetici müdürü.