CPJ Erdoğan’a basın özgürlüğünü benimsemesi çağrısında bulundu

16 Eylül 2013

Ekselansları Recep Tayyip Erdoğan
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
Vekâletler Caddesi Başbakanlık Merkez Bina
P.K. 06573; Kızılay, Ankara
Türkiye

Türkiye Adalet Bakanlığı aracılığıyla elden teslim

Sayın Başbakan Erdoğan

Gazetecileri Koruma Komitesi, bağımsız ve uluslarası bir basın özgürlüğü savunucusu örgüt olarak, Türkiye’de süregelen basın özgürlüğü krizinden endişe duymaktadır. Hükumetin basın özgürlüğünü korumaktaki başarısızlığının ülkenizin büyük gücünü baltaladığına inanıyoruz.

CPJ’in 2012 yılının Ekim ayında yayımlanan Türkiye’de basın özgürlüğüne dair raporunda, gazetecilerin yaygın şekilde cezai kovuşturmaya maruz kalmaları ve hapsedilmelerinin yanı sıra hükumetin çeşitli biçimlerde uyguladığı baskıların otosansürü teşvik ettiğinin altını çizmiştik.

Neredeyse bir yıl sonra, Türkiye’deki medya atmosferi hala aşırı derecede çetin. Aslında, Türkiye’yi yeniden ziyaret ederken aşağıdaki konularda yeni endişeler taşıyoruz:

  • Gazetecilerin mesleki faaliyetlerine misilleme olarak hapsedilmelerinin sürmesi ve hükumet politikalarına aykırı haberciliğin terörizm ile ilişkilendirilmesi;
  • İktidarın en üst kademelerinden gelen basın karşıtı söylemin hevesli savcıları muhaliflerin peşine düşmeye ve gergin medya sahiplerini işletmelerini korumak için bağımsız sesleri haber merkezlerinden uzaklaştırmaya teşvik etmesi;
  • Hassas konuların ve haber konusu oluşturan haberlerin hükumet tarafından sansür edilme çabası;
  • Türkiye’nin bağımsız ve muhalif sesleri için canlı bir platform olan sosyal medyanın sansürlenmesine yönelik resmi makamlardan gelen tehditler;
  • Bir kamu görevlisinin en az bir muhabiri karalamak için sosyal medyayı kullanması;
  • Haziran ayında geçekleşen ve halk arasında Gezi parkı protestoları olarak bilinen hükumet karşıtı gösterileri bağımsız ya da muhalefet yanlısı olarak haberleştiren gazeteciler ve medya organlarına yönelik baskılar.

Aşağıda bu konulara dair detayları açıklıyor ve önerilerimizi sunuyoruz.

2012 yılının 1 Aralık günü CPJ mesleki faaliyetlerinden dolayı hapsedilen gazetecilere dair yıllık global hapishane sayımını yayımladığında 49 medya çalışanının parmaklıklar arkasında olduğu Türkiye en çok gazeteci hapseden ülkeler arasında dünya birincisiydi. Bunların büyük bölümü mahkûm olmamıştı ve birçoğu hakkında iddianame düzenlenmemişti. Türkiye’ye gazetecileri serbest bırakması ve yasalarında köklü değişiklikler yapması yolunda çağrıda bulunmuştuk.

Ocak ayında Türkiye 11 gazeteciyi daha yasadışı bir terörist organizasyona üye olma suçlamasıyla tutukladı. Türkiye’nin Terörle Mücadele Kanunu kapsamında getirilen bu suçlama geçmişte hassas konuları işleyen gazetecilere karşı kullanılmıştı. Yetkililer gazetecilerin aleyhindeki delilleri açıklamadılarsa da, birçok sanık avukatı CPJ’e delillerin inceleme olanağı bulamadıkları telefon konuşmalarının yanı sıra fotoğraflar ve yapılan haberlerden oluştuğunu söyledi. Ocak ayında hapsedilen bu 11 gazeteciden beşi bugün hala hapishanede ve CPJ araştırmasına göre bazıları gözaltında darp edildiler.

CPJ’in Haziran ayında yaptığı, Türkiye’deki hapis gazeteciler listesinin yıl ortası kontrolünde yedi gazetecinin salındığını gördük. Bunların tamamı davalarının sonucunu beklerken tutuksuz yargılanmak üzere salınmışlardı ve en az beş yeni gazeteci hapsedilmişti.

Buna ek olarak, hükumete karşı geniş kapsamlı bir komplo olduğu iddia edilen Ergenekon davasında Ağustos ayında verilen bir mahkeme kararıyla en az 20 gazetecinin suçlu olduğuna hükmedildi ve uzun hapis cezalarına çarptırıldılar.

Kısıtlayıcı kanunlar ve soruşturmalar ne kadar Türkiye’deki medya krizinin merkezindeyse, hükümetin en üst düzeyi tarafından beslenen atmosfer de öyle.  Üst düzey yetkililer eleştirel gazetecileri “terörist” olarak nitelendirdiğinde, diğerlerinin harekete geçmesine sebep olabilecek rahatsız edici bir mesaj göndermiş oluyorlar.

Mart ayında medyada geniş şekilde yer bulan bir örnekte, Milliyet gazetesini, yasadışı Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) İmralı adasında hapiste bulunan lideri Abdullah Öcalan ile Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekilleri arasında geçen bir görüşmenin tutanaklarını yayınladığı için şiddetle eleştirmiştiniz. Milliyet’in önde gelen köşe yazarlarından Hasan Cemal da bu tavrınızı eleştirdi ve kendi ifadesine göre nihayetinde hükumet baskısıyla kovuldu.

Geleneksel medyanın baskı altına alınmasıyla beraber, sosyal medya da dâhil olmak üzere internet Türkiye’de ifade özgürlüğünün önemli bir mecrası oldu. Ancak son dönemlerdeki resmi açıklamalar, bunlara çevrimiçi bilgi akışını kısıtlamakla ilgili tehditler de dâhil, endişe yaratıyor.

Haziran ayı başında, polis İstanbul’daki Gezi Parkı’nın yıkılmasına karşı eylemde bulunan aktivistlere yönelik baskıdan kaynaklanan yurt çapındaki gösterilerde protestocularla çatışmakta iken, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın hükumetin internet erişimini kısıtlama kapasitesi olduğu yönündeki açıklaması haberlere yansıdı.

Arınç, “bazı merkezlerden olayların yönlendirildiğini biliyoruz” dedi. “Asparagas haberler yayınlandığını biliyoruz.  Aslında ne kadar demokrat olduğumuzu gösteren imkânlar var bunların hepsini kapatmak mümkün. Erişimini engellemek mümkün.” Şöyle devam etti: “Tweet’lere girin, ABD’deki merkezden server kullanarak talimat yağdıranlara bakın onlar asıl failleridir.”

Tarih sıklıkla kanıtlamıştır ki, çalkantılı zamanlarda iyi bilgilendirilmiş bir toplum kendini restore etmek ve yaralarını iyileştirmek konusunda daha başarılı olur.  Türkiye hükümeti, canlı bir tartışmayı, fikir çeşitliliklerini ve toplum için elzem olan bağımsız haberciliği sansürlemek yerine teşvik etmelidir.

Ancak ne yazık ki, hükümetiniz pek çok kez haber akışını kontrol etmeye teşebbüs etti. Gezi parkı olaylarından bir aydan daha kısa bir süre önce, çifte bombalı saldırılar Suriye sınırındaki Hatay’ın Reyhanlı ilçesini sarsıp en az 51 kişiyi öldürdüğünde ve düzinelerce kişiyi yaraladığında, yerel bir mahkeme saldırıyla ilgili tüm haberler için yayın yasağı getirdi. Yasak hem kapsam hem uygulama yöntemi açısından benzersizdi.

Bombalı saldırıdan sadece saatler sonra Hatay, İstanbul ve Ankara’da polis haber merkezlerini ziyaret etti ve mahkeme kararını uymalarını sağlamak için yöneticilere elden teslim etti. Mahkeme kararı Reyhanlı olayıyla ilgili olarak “her türden ses ve görüntü kaydını, video yayını, yazılı ve görsel medya kaydını ve İnternet üzerindeki verileri” yasaklıyordu. Karar aynı zamanda “olay yeriyle, olay yerindeki ölü ve yaralılarla ve olayın içeriğiyle ilgili” bilgi paylaşmayı da yasaklıyordu.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin bir basın toplantısında sansürün soruşturmanın ve kamuoyunun psikolojik olarak “negatif bir şekilde” etkilenmekten korunması için gerekli olduğunu söyledi. Mahkeme kararının tamamen yayıldığından emin olunması için RTÜK de kararı duyurdu.

Az sayıda medya kuruluşu Reyhanlı yasağı emrine uydu ve Hatay’da bir mahkeme temyiz aşamasında bu yasağı kaldırdı, ancak bu yasağın uygulanmış olması gerçeği ve yüksek düzeydeki yetkililerin bu kararı desteklediklerini kamuoyuna açıklamış olması Türkiye’de ifade özgürlüğü ve kamuoyunun bilgi alma hakkı açısından endişeleri derinleştiriyor.

CPJ ayrıca İstanbul, Ankara ve Türkiye’nin diğer yerlerinde polis ve hükümet karşıtı protestocular arasındaki çatışmalarda gazetecilere saldırı, gözaltına alma ve engelleme olaylarını da belgeledi. Bunların arasında gazetecilerin çatışmaları fotoğraflamalarına misilleme olarak polis tarafından bilinçli bir şekilde hedef alınması da var. Hem yerel hem uluslararası basın kuruluşlarında çalışan gazeteciler bu durumdan etkilendiler.

RTÜK’ün dört televizyon kanalına Gezi Parkı eylemlerindeki habercilikleriyle bağlantılı olarak para cezası vermesi daha da endişe vericiydi. RTÜK, muhalefet yanlısı TV kanalları Ulusal Kanal, Halk TV, Cem TV ve EM TV’ye “şiddeti teşvik etmek” ve “yayın ilkelerini ihlal etmek” iddiasıyla 12.000’er TL ceza kesti. RTÜK, kanalların polis ve protestocular arasındaki çatışmalara dair yaptıkları canlı yayınların “çocuk ve gençlerin, fiziksel, ahlaki ve akli gelişimlerine zarar verebilir” olduğunu söyledi.

Haziran ayının ortasında, gerilim zirvedeyken, kamuoyunun önünde uluslararası medyayı Gezi Parkı olaylarında taraflı yayın yapmakla suçladınız, CNN International, BBC ve Reuters’ın ismini verdiniz. New York Times’ın haberine göre, seçmenlerinizin katıldığı bir mitingden önce yabancı basının “haber uydurduğunu” söylediniz. Uluslararası basını kastederek “Türkiye’yi dünyaya farklı tanıttınız,” dediniz, “Yalanlarınızla baş başa kaldınız” diye konuştunuz. Uluslararası basının haberlerinin sizin hükümetinizi devirmek için düzenlenen bir komplonun parçası olmakla suçlayan söylemlerinizi oldukça rahatsız edici buluyoruz.

Haziran ayının sonlarına doğru, BBC’nin protestoları veriş biçiminden memnun olmadığı anlaşılan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, yerel BBC muhabiri Selin Girit hakkında Twitter vasıtasıyla yanıltıcı ve kışkırtıcı bir kampanya başlatarak, onu hain ve casus olarak nitelendirdi. Gökçek, “#ingiltereadınaajanlıkyapmaselingirit” diye tenkitçi bir hashtag başlattı ve takipçilerinden bunu yaymalarını istedi. BBC’nin konuya dair açıklamasına göre, Girit, belediye başkanının davranışları sayesinde “çok sayıda tehdit mesajı aldı.”

CPJ ayrıca birçok eleştirel köşe yazarı, editör ve muhabirin Gezi Parkı haberlerinden dolayı kovulduğu ve istifa etmeye zorlandığına dair haberler karşısında endişeye kapılmıştır. Basına yapılan saldırıları belgeleyen bağımsız bir kuruluş olan Türkiye Gazeteciler Sendikası’ndaki meslektaşlarımıza göre, en az 22 gazeteci kovulmuş ve 37’si hükümet karşıtı gösterileri haber yaptıkları için işlerinden ayrılmaya zorlanmışlardır.

Medya sahipleri, doğrudan veya dolaylı hükumet baskısı neticesinde bugün yoklukları hissedilen pek çok popüler gazeteciyi işten çıkardılar.

Basının Türkiye tarihinin bu önemli döneminde taciz edilme ve soruşturma korkusu olmadan özgürce çalışabilmesi için ilgili makamları şu adımları atmaya çağırıyoruz:

  • Hükümlü olmadığı halde cezaevinde bulunan gazetecileri gecikmeden serbest bırakın.
  • Geniş kapsamlı Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu maddeleriyle suçlanıp hüküm giymiş olanlarınkiler de dâhil olmak üzere, hapisteki gazetecilerin davalarını yeniden gözden geçirin.
  • Gazetecilerin haberleri ve yorumları sebebiyle kovuşturulmalarını durdurun; gazeteciliği suç faaliyeti delili saymaktan vazgeçin.
  • Hükumet politikalarına aykırı haberciliği terörizm ile eşitlemeyin.
  • Türkiye medyasına haberlerini yumuşatması veya eleştirel gazetecileri uzaklaştırması için baskı yapmayı durdurun.
  • Güvenlik güçlerinin Gezi Parkı protestoları sırasında gazetecilere karşı davranışlarını inceleyin ve görev başındaki gazetecilere saldıran, gözaltına alan, engelleyen ya da diğer şekillerde hedef alanlar hakkında yasal işlen başlatın.
  • Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nun haber toplama ile önemli, hassas ya da muhalif fikirleri yaymayı kriminalize eden hükümleri de dâhil olmak üzere, medyaya karşı rutin şekilde kullanılan tüm kanunlarda reforma gidin. “Terörist” sıfatını daraltın ve net bir tanımını yapın. Bu kanunları kaldırırken ya da düzenlerken, Türkiye medyası ve basın özgürlüğü kuruluşlarıyla ve uluslararası insan hakları ve basın özgürlüğü standartlarıyla uyumlu ulusal kanunlar yapmak için ülkelere tavsiyelerde bulunmak konusunda deneyimli olan uluslararası kuruluşlarla beraber çalışın.

Alakanız için çok teşekkürler. Bu mektubu 17 Eylül 2013 tarihinde yayımlamayı planlıyoruz. Hükumetinizin bahsi geçen endişelere dair yanıtını ve bu önemli konularda kamuya açık şekilde temasta kalmayı bekliyoruz.

Saygılarımla,

Joel Simon,
CPJ İdari Müdürü

CC:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül
Adalet Bakanı Sadullah Ergin
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu